MHP Manisa Milletvekili Erkan Akçay 2012 Yılını Değerlendirdi
Milliyetçi Hareket Partisi Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Akhisarlı basın menupları ile kahvaltıda buluşarak 2012 yılını değerlendirdi. Akhisar MHP İlçe Başkanı Ali Çavdar, İlçe Kadın Kolları Başkanı Nemciye Ulus ve yönetim kurulu üyelerinin de katıldığı basın toplantısı Nar-ı Beyaz Restaurantta yapıldı. Akçay 2012 yılı içerisinde 20 adet kanun teklifi, 17 adet meclis araştırma komisyonu önergesi, 467 adet yazılı soru önergesi verdiğini belirterek TBMM çalışmaları, merkezi yönetim bütçesi, yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, İMF, Tarım, Terör ve Bölücülük, Büyükşehir Kanunu, Dış Politika ve Anayasa çalışmaları hakkında bilgiler aktardı.
Akçay yaptığı açıklamada şunlara yer verdi “Değerli basın mensupları; bu toplantıda 2012 yılında dünyada ve ülkemizde gelişen bazı olaylar ile 2013 yılında gündemde olması muhtemel bazı konulara dair görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu arada 1 Ekim 2011 - 27 Aralık 2012 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığımız çalışmaları da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Anadolu Basını, Türkiye’nin temel taşı, ülkemizdeki demokrasinin en güçlü kalelerinden biri ve tarafsız haber alma özgürlüğünün teminatıdır. Yerel basın bir yandan devlet ve kurumlarla vatandaş arasında köprü görevi görürken diğer yandan kurumların işleyişinde denetim ve eleştiri görevini de üstlenmektedir.
TBMM ÇALIŞMALARI
( 1 EKİM 2011- 27 ARALIK 2012)
24 üncü yasama döneminde yani 1 Ekim 2011 - 27 Aralık 2012 tarihleri arasında 20 adet kanun teklifi, 17 adet Meclis Araştırma Komisyonu Önergesi, 467 adet Yazılı Soru önergesi verdim. TBMM Genel Kurulunda 68 adet Plan ve Bütçe Komisyonunda 143 adet konuşma yaptım. TBMM Genel Kurulunda ve Plan ve Bütçe Komisyonunda yaklaşık 150 adet değişiklik önergesi verdim. ( Ayrıntılar Ektedir.)
EKONOMİ
Türkiye ekonomisinin en büyük problemi üretimsizliktir. AKP’nin Ekonomi anlayışı; Üretim yerine tüketimi, İhracat yerine ithalatı, İstihdam yerine işsizliği, Rekabet yerine tekelleşmeyi, tasarruf yerine borçlanmayı öngörmektedir.
AKP uyguladığı ekonomi politikasıyla Türk ekonomisini üretimsiz hale getirmiştir. Ekonomiye üretimsizlik, üretimsizliğin getirdiği işsizlik ve yoksulluk sarmalı hakimdir.
Enflasyon artışı hız kazanmıştır, enflasyon hedefin daima yüzde 50 üzerinde gerçekleşmektedir.
Sanayi üretiminde düşüşler görülmektedir. Kapasite kullanım oranları düşmektedir. İmalat sanayinde teknoloji yoğunluğu düşüktür. Ara malı ithalatına bağımlılık artmaktadır.
Yüksek cari açık devam etmektedir.
Merkez Bankası Reel Kesim Güven Endeksi azalmaktadır.
Çekte sorunlar artarak devam etmektedir.
Çiftçiler neredeyse üretim yapamaz hâle gelmiştir.
Yurt içi tasarrufun millî gelire oranı, 2002 yılında yüzde 24 iken şimdi yüzde 14’lere düşmüştür.
Hükûmetin son dönemlerindeki bazı çelişkilerine dikkat çekmekte fayda görüyorum:
Büyümedeki hızlı düşüş cari açığı aynı oranda azaltmamaktadır. Büyümenin bir sonucu olan cari açığın aynı zamanda üretim yapısındaki bozulmanın da bir sonucu olduğu yeni yeni anlaşılmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar, ancak yüksek cari açıkla büyürken şimdi yüksek cari açığa rağmen büyüyememe gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yüksek cari açığa yüksek bütçe açıkları da eklenmeye başlamıştır.
Büyümedeki büyük düşüşe rağmen işsizlik oranının azaldığını söyleyen resmî açıklamalar bizi gerçekten şaşırtmaktadır. 2011 yılında Türkiye yüzde 8,5 büyüdü, işsizlik de yüzde 9,8 idi. 2012’de büyüme 3’üncü çeyrekte 1,6 ya düşerken işsizlik de 8,8’e düşmüştür. Eylül ayı itibarıyla da 9,1 olarak açıklanmıştır. Hem büyüme düşüyor hem işsizlik düşüyor. Bu nasıl oluyor? Bu konuda Hükûmetin mutlaka bir açıklama yapması gerekmektedir.
Ekonomide büyüme ve durgunluk gibi birbirine aykırı iki anlayışın aynı Hükûmet üyeleri tarafından gaz fren tartışmalarıyla tavsiye edilmesi ekonomi yönetimindeki uyumsuzluğu göstermektedir.
AKP’nin on yılının yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 5, on yılda toplam yüzde 50 eder. Kümülatif toplamda bu oran biraz daha yükselir. ( yüzde 53-54) İktidar diyor ki: “2002 yılında millî gelir 3.492 dolardı, biz bunu 10.873 dolara çıkardık yani 3 kat artırdık.” On yılda yüzde 50 civarında büyüme var ancak “3 katı katlanan bir millî gelir var.” diyorsunuz. Bu nasıl oluyor? 2013 Programı’na baktığımızda 1998 sabit ve gerçek fiyatlara göre 2002 yılında kişi başına gelir 4.225 dolar, 2012 yıl sonu için bu 6.089 dolar yani aslında sadece yüzde 43 artmıştır. Gayrisafi yurt içi hasılada yabancıların parası da milli gelire dahil edilerek bir bakıma el parasıyla düğün yapılmaktadır.
MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇESİ
Türkiye ekonomisi, üretimle bağını koparmış bir hâldedir. Ürettiğinden çok tüketen, kazandığından çok harcayan bir yapıdadır. Böyle bir ekonomik yapıda, kamu mali yapısının sağlıklı olması beklenemez. Sağlıklı bir gelir yapısı olmadığı gibi bir harcama disiplini de yoktur.
Cari açığa bir de bütçe açığı eklenmiştir. 2012 yılında 21 milyar lira öngörülen bütçe açığı, yüzde 60’a varan bir sapma ile 33,5 milyar olarak öngörülmektedir. Önümüzdeki üç yılda, bütçe açıklarının sürekli artacağı şimdiden görülmektedir. Buna tasarruf açıkları da eklenerek “üçüz açık girdabı” olarak tartışılmaya başlanmıştır.
Bütçe açıkları, yüksek zamlarla, vatandaşın sırtına bindirilmektedir. Son bir yılda elektriğe yüzde 35, doğal gaza yüzde 49, kurşunsuz benzine yüzde 16, motorine yüzde 17, sigaraya yüzde 14 zam yapılmıştır. Hatta Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan da 2013’te küçük küçük zamlar olacağını ifade ederek, âdeta yeni zam müjdeleri vermektedir.
2013 yılı bütçesinde banka sigorta muameleleri vergisinde 2012 yılı bütçesine göre yüzde 39,5 oranında bir artış öngörülmüştür. Dolayısıyla AKP, halkı bankalara borçlandırarak aşırı tüketime teşvik etmektedir.
2013 yılında büyüme yüzde 4, enflasyon yüzde 5,3 olarak öngörülürken özel tüketim vergisinde yüzde 16,6, harçlarda yüzde 17,6 ve damga vergisinde yüzde 12 artış öngörülmektedir. Dolayısıyla bu artışlar yeni zamların habercisidir.
Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu idarelerini denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlemlerini yapmakla görevlidir.
Sayıştay 2011 bütçesinin kesin hesabını vermeden kesin hesap kanunu çıkarmıştır.
Sayın Başbakan 2013 bütçe sunuş konuşmasının 5 ve 7 nci sayfalarında “ Her alanda cumhuriyet döneminin rekorlarını elde ettik. Geride bıraktığımız on yıl her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da seksen dokuz yıllık cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri oldu. AK Parti’nin on yıllık başarılı icraat dönemini cumhuriyet tarihimizin tamamıyla kıyasladığımızda birileri nedense bundan rahatsız oluyor.” demiştir.
Sayın Başbakan’ın kırdığı rekorlara hep birlikte göz atalım:
2002 yılında 129 milyar dolar olan dış borç 2012 yılında yüzde 150 artışla 323 milyar dolara ulaşmıştır.
2002 yılında 155 milyar lira olan iç borç 2012 yılında yüzde 155 artışla 395 milyar liraya yükselmiştir.
2002 yılında 43 milyar dolar olan özel sektör dış borçları, 2012 yılında beş kat artarak 212 milyar dolara yükselmiştir.
2002 yılında Türkiye’nin toplam borcu 216 milyar dolar iken 2012 yılında yüzde 152 artışla 544 milyar dolara yükselmiştir.
2002'den bu yana kişi başına borcumuz 3.385 dolardan, 7.555 dolara çıkmıştır.
2002 yılında 0.6 milyar dolar olan cari açık 2011 yılında 77 milyar dolara yükselerek gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 10’lar düzeyine çıkmıştır. Bu oran, bildiğiniz gibi, dünyada en yüksek iki ülkenin açığıdır. Cari işlemler açığı 2012 yılı Ocak- Ekim döneminde 41 milyar dolardır.
Cari açık 1923 – 2002 yıllarında toplam 42 milyar dolar iken 2003 – 2012 yılları arasında 335 milyar dolara çıkmıştır. Cari açık 8 kat artmıştır.
2002 yılında 6,7 milyar TL lira olan tüketici borçları 2012 yılında 285 milyar liraya ulaşmıştır.
Hane halkı Borcunun harcanabilir gelire oranı 2002 yılında yüzde 4.7 iken 2012 yılında yüzde 48.1’e yükselmiştir.
Vatandaşımızı doğrudan ilgilendiren hane halkı borcu yani vatandaşın borcu ise, 2002’de millî gelirin yüzde 1,9’una tekabül ederken 2011’de yüzde 17,5’e ve 2012’de, Ağustos ayı sonu itibarıyla yüzde 18,5 seviyesine yükselmiştir.
İç tasarruf oranı 2002 yılında yüzde 24’ler seviyesinde iken bugün yüzde 14’ler düzeyine gerilemiştir.
Vergi gelirlerimiz içinde dolaylı vergilerin payı on yılda yüzde 65’lerden yüzde 69’lar düzeyine çıkmış, bu tablo vergi adaletini daha da bozmuştur.
AKP Hükümeti, 89 yıllık Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren dedelerimizin, babalarımızın ödediği vergilere dayalı milli sermayeyle kurulan devlete ait ne varsa ya yabancılara ya da yandaşlarına peşkeş çekmektedir. TÜPRAŞ, PETKİM, TEKEL gibi stratejik kurumlar yok pahasına satılmıştır. Yabancı sermaye sadece karlı sektörlere girmekte ve ödediği parayı 4-5 yıl içerisinde kâr transferi yaparak kendi ülkesine göndermektedir. 2002 yılında 401 milyon dolar kar transfer eden yabancı şirketler, 2010 yılında 3 milyar dolar dövizi ülkemizden dışarıya çıkarmıştır. 2003-2012 döneminde yaklaşık 40 milyar dolarlık özelleştirme yapılmasına rağmen ülkenin dış borcu azaltılamamış aksine ikiye katlanmıştır.
YOKSULLUK VE GELİR DAĞILIMINDA ADALETSİZLİK
İthalata bağımlı ve sıcak paraya dayalı ekonomik yapı nedeniyle istihdam artışı sağlayamayan AKP, fakirden alıp zengine vererek haksız bir gelir transferi gerçekleştirmektedir. Türkiye'de milyarder sayısı artarken, yoksulların sayısı da hızla artmaktadır. Kısacası AKP döneminde yandaş kayırmacılığı sonucunda oluşan AKP müteahhitleri ve işadamları zenginleşirken, vatandaş daha da yoksullaşmıştır.
TÜİK araştırmasına göre, Nüfusun en zengin yüzde 20’si milli gelirden yüzde 46,4 pay alırken en fakir yüzde 20’i nüfusun milli gelirden yüzde 5,8 pay almaktadır. Yine bu araştırma sonucuna göre; halkın %16’sı yoksulluk sınırlarının dahi altında yaşam mücadelesi vermektedir. Yüzde 18’lik bir kesim ise sürekli yoksulluk riski altındadır. Nüfusun yüzde 63,5’i maddi yoksunluk pençesinde kıvranmaktadır.
Türkiye, 30 OECD ülkesi arasında gelir dağılımının en bozuk olduğu 3 üncü, yoksulluk oranında ise 5. ülkedir.
IMF
AKP Hükümeti her ne kadar IMF ile ilişkilerin yönü değiştiğini iddia etse de gerçeğin öyle olmadığı, AKP’nin IMF siz ne orta vadeli programı nede bütçeyi hazırlayamadığı görülmektedir.
Sayın Başbakan Erdoğan IMF’den borç alan ülke iken şimdi borç veren ülke konumuna geldik, demektedir. Ben de hükümet yetkililerine IMF’ye ne kadar borç verdiniz diye soruyorum. Tabi ki buna cevap veremezler. Çünkü IMF’ye hiç borç vermedik. Aksine AKP hükümetleri döneminde 2003 ile 2008 yılları arasında, IMF’ten 13 milyar dolar borç almıştır. Dolayısıyla IMF’e ödenen borçlar sadece AKP’den önceki döneme ait borçlar değildir.
TARIM
AKP hükümetleri döneminde tarımsal girdi fiyatları enflasyonun yaklaşık üç katı üzerinde artarken ürün fiyatları ise yerinde saymıştır. Bu duruma göre çiftçi bir taraftan enflasyona diğer taraftan da ortalama 3 misli artan yüksek girdi fiyatlarına ezdirilmiştir. Bunun neticesinde de AKP iktidarları döneminde; Tarımın Gayri Yurtiçi Hasılaya olan katkısı düşmüş, tarımsal ihracatımız tarımsal ithalatı karşılayamaz duruma gelmiştir. Ekilen biçilen tarımsal alanlar azalmış, tarım toprakları terk edilmiştir. Tarımda çalışan sayısı düşmüş, köylerimiz boşalmıştır. Türkiye, AKP iktidarları döneminde 45 milyar dolarlık tarımsal ithalat yapılmıştır. Çiftçimizin, köylümüzün geliri her geçen yıl azalmıştır. Çiftçilerin tarımsal kredi miktarı borçları Aralık 2002’de 4.5 milyar TL iken, Eylül 2011’de 29.5 milyar TL’ye yükselmiştir.
Türk tarımının bu süreçten çıkarılıp, ülke ekonomisinin önemli bir unsuru ve kalkınmanın itici güçlerinden birisi haline getirmek, tarım kesimini güçlendirmek için öncelikle mazot, gübre, ilaç, tohum, fide, fidan, yem ve elektrik gibi tarımsal girdiler üzerindeki Özel Tüketim ve Katma Değer Vergisi kaldırılmalı, tarıma verilen destekler artırılmalıdır.
TERÖR VE BÖLÜCÜLÜK
Terörü sıfır noktasında devralan AKP Hükümeti terörle mücadele değil müzakere yapmış, PKK açılımıyla teröristlere sürekli tavizler vermiş, teröristleri Habur’da kahraman gibi karşılatmış, İmralı canisi ile görüşerek pazarlık yapmış, İmralı’dan PKK’nın hergün talimat almasına izin vermiştir. Bu aciz politikadan yüz bulan terör yeniden hortlamıştır.
Norveç’in başkenti Oslo’da dönemin başbakanlık müsteşar yardımcısı ve şimdinin MİT müsteşarı ile PKK yöneticileri arasındaki görüşmelerin basına yansıyan ses kayıtları AKP ile PKK arasındaki pazarlığı ve AKP’nin PKK’yı siyasallaştırma çabalarını açıkça gözler önüne sermektedir.
AKP, PKK ile görüşmeler yapıyor dediğimizde bizi şerefsizlikle suçlayan Başbakan Erdoğan, bu açıklamasından 599 gün sonra İmralı Canisi Öcalan ve PKK ile görüşmeler için görevlendirdiği özel temsilci Hakan Fidan’la ilgili olarak “ O benim sır küpüm. İmralı’ya da gönderen benim, Oslo’ya da gönderen benim” demiştir. 27 Eylül 2012 tarihinde ‘İmralı’ya danışmanımı göndererek statükoları yıktım. Öcalan ile görüşülebilir’ diyen de Başbakan Erdoğan’dır.
Terör ve bölücülük sorununun azdığı bir ortamda, terörle mücadeleyi 61 nci Hükümet programına dahi koymayan Başbakan Erdoğan hangi yüzle terörle mücadeleden bahsetmektedir.
Anlaşılan Sayın Başbakan Terörle mücadele ile müzakereyi birbirine karıştırmaktadır.
BÜLENT ARINÇ VAK’ASI
Milliyetçi Hareket Partisi terör eylemlerine katılan veya terörü destekleyen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik olarak 23 üncü yasama döneminde Anayasa teklifi verilmesini isterken Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “ Anayasa'dan kaynaklanan bir yanlışlık var. Anayasa’nın 14 üncü maddesinde sayılan fiiller konusuna bir düzenleme yapılırsa DTP milletvekilleri hakkındaki yargılamalar dönem sonuna kadar veya dokunulmazlık kaldırılıncaya kadar durur. Burada yapılması gereken iş Anayasa'nın 83 üncü maddesini değiştirmektir. Anayasa'nın 83 üncü maddesini değiştirmemiz lazım. Parlamentodaki bir milletvekilinin yargılanması konusu beni rahatsız ediyor. Yargıtay karar veriyor yargılayın diyor bana göre yargılanmaması lazım. Meclis kendisi karma komisyon toplanıp karar alabilir. DTP’liler durumu protesto edebilirler bende protestoya katılabilirim.” diyerek terör eylemlerine katılan ve teröristleri destekleyen milletvekillerinin yargılanmaması için Anayasa değişikliği yapılması gerektiğini söyleyerek bölücülere açık destek vermiştir.
Tokat Reşadiye’de PKK terör örgütü tarafından yedi askerimiz şehit edildiği zaman “ Bunu PKK yapmadı” diyerek adeta terör örgütünün avukatlığı üstlenmiştir.
Ülkemiz için vatan borcu deyip şehit olanların geride bıraktığı ailelerinin kulağını tıkayan Bülent Arınç, terör sorununda İmralı Canisi Öcalan’ı adres gösteren bölücülerin sesine kulak vermektedir.
Dağlıca’da şehit olan sekiz askerimizi toprağa verdiğimiz gün Devletin resmi televizyonu TRT’de PKK’nın hamisi Barzani ile canlı yayına çıkmıştır.
21 Aralık 2011 Çarşamba günü TBMM Genel Kurulunda konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “ Hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız.” demiştir.
Diyarbakır emniyet müdürünün “ Eğer siz teröriste dağda acımıyor ve ağlamıyorsanız, insan değilsiniz.” sözünü takdirle karşıladığını söylemiş ve bölgedeki emniyet mensuplarının da bu düşünceler içinde olmasını diliyorum.” demiştir.
Bunlarla yetinmeyen Sayın Arınç son olarak da, 40 bin kişinin katili İmralı Canisini dindar bir kişi gibi göstermeye çalışmış, geçmişte kızdığı BDP’li bir kadın milletvekiline karşı yapılan haksızlıklar nedeniyle artık kızmadığını söyleyerek ‘ ben de olsam dağa çıkardım….’ diyerek İmralı Canisi ile PKK’lıların yaptıklarını haklı bir davranış gibi göstererek adeta terör örgütünü meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Sayın Arınç’ın dalâlete varan söylemleri şahsi fikirlerinden ziyade mensubu olduğu Hükümete aittir.
Herkes emin olmalıdır ki, Milliyetçi Hareket Partisi var olduğu sürece, hiç kimse vatan topraklarından pay alamayacak, federasyon ve demokratik özerklik özlemlerine ulaşamayacak, milli ve üniter devlet yapısını bozamayacak, aziz milletimizi dağıtamayacak ve Türkiye’yi yabancıların insafına terk edemeyecektir.
BÜYÜKŞEHİR KANUNU
Yasalar ihtiyaçlardan doğar. Ancak bu dönem AKP tarafından bazı illerin Büyükşehir yapılmasına dair bir yasa çıkartılmıştır. Türkiye’ye faydası olmadığı, bilakis zararı olduğu bilinen bu yasa sadece Başbakanın kişisel ihtirası ve talimatıyla çıkartılmıştır. Bu kanun ile büyükşehir belediyelerinin sınırları da il mülki sınırlarına dönüştürülmüştür. Bu illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve beldelerin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise mahalleriyle birlikte bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır. Bu illerin bucakları ve bucak teşkilatları kaldırılmıştır. Büyükşehir olan ve büyükşehir olacak olan illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişiliği kaldırılmıştır. Nüfusu 2.000’in altında olan belediyeler kapatılarak buralar mahalleye dönüştürülmüştür. Yapılan bu düzenlemeler büyükşehir değil bütünşehir düzenlemeleridir. Biz Manisa’nın bütünşehir değil büyükşehir yapılmasını istiyoruz.
Manisa’nın yüzölçümü 13.810 kilometrekaredir. Manisa Merkez Belediyenin yüzölçümü ise 220 kilometrekaredir. Bu kanunla Büyükşehir belediyelerinin sorumluluğu ilin mülki sınırları şeklinde düzenlenerek Manisa Belediyesinin sorumluluk sınırı 63 kat büyütülmektedir. Dolayısıyla coğrafi koşullar nedeniyle hizmetlerin koordinasyonunda oldukça güçlük yaşanacaktır. İlçe belediyelerinde imar, su, yol ve benzeri temel yatırımlarda son sözü büyükşehir belediye meclisi söyleyeceğinden nüfus açısından küçük olan ilçeler büyükşehir belediye meclisinde temsil mağduriyetine uğrayacaktır.
Manisa’da 189 bin yeşil kartlı vardır. Manisa sosyoekonomik bir gelişmişlik bakımından bir dengesizlik içerisindedir. İl merkezi sosyoekonomik gelişmişlik bakımından 25’inci sırada iken Sarıgöl 446’ıncı, Köprübaşı 539’uncu, Gördes 594’üncü ve Selendi 689’uncu sırada yer almaktadır. Bütünşehir yasasıyla Manisa merkez’de yaşayan vatandaşlarımızla bu geri kalmış diyebileceğimiz ilçelerimizde yaşayan vatandaşlarımız aynı statüye ve aynı yükümlülüklere tâbi olacaklar.
Büyükşehir kanunu ile tüm insanlarımıza ama özellikle il merkezi dışında yaşayanlara yeni vergiler, yükümlülükler getirilmektedir. Köylerimiz emlak vergisi, çevre temizlik vergisi, ilan reklam vergisi, haberleşme vergisi, yangın sigorta vergisi, bina inşaat harcı, imar harçları, iş yeri açma harcı, hafta tatili çalışma ruhsatı harcı, hayvan kesimi, muayene denetleme, ölçü tartı aletleri muayene ücretleri, hatta mezar yeri ücret tarifelerini ödeyeceklerdir. Bu vergileri hâlen ödeyen il merkezi, ilçeler ve beldelerdeki vatandaşlarımız ise yüzde yüze varan artışla ödeme yapacaklardır.
Bu kanunla ne çiftçi çiftçilik yapabilir ne ev, dam yapabilir ne de köyde yaşayabilir. Köylerin tüzel kişiliği kaldırılarak, mahalleye çevrilmesi sonucunda köyler tamamen korunaksız ve talana açık hâle getirilecektir. Bu artan yükümlülükler artık köyleri yaşanmaz hâle getirecektir, bu nedenle köyden kente göçler artacaktır.
Türkiye’de yaklaşık 700 bin basit usulde vergi mükellefi bulunmaktadır. Bunların tamamı küçük esnaf ve dar gelirli insanlardır. Bu kanunla, yüzbinlerce basit usuldeki vergi mükellefi gerçek usulde vergi mükellefi hâline gelecekler. Bunlar daha çok vergi ödeyecekler, defter tutacaklar, çeşitli beyannameler verecekler, muhasebe ücreti gibi yükümlülüklerin altına gireceklerdir.
Büyükşehir kanunu ile il mülki sınırları belediye sınırları hâline getirilmiştir. Bu mülki sınırın belediye sınırı olarak belirlenmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu mülki sınır devlet yönetimi ile ilgilidir ve bir ilin topyekun idaresini kapsar ve aynı zamanda bir siyasi anlamı vardır. Alan bazlıdır, belediye sınırları ise yerleşim bazlıdır. Yerleşim varsa belediye vardır, yerleşim yoksa belediye olmaz.
Bu düzenlemeler ülkeyi bölmeye yönelik eyalet sistemine geçişin ilk adımlarıdır. Dolayısıyla bu tasarı AKP ile PKK arasındaki Oslo görüşmelerinin bir sonucudur.
DIŞ POLİTİKA
Sayın Başbakan 2013 Bütçe sunuş konuşmasının 14 üncü sayfasında Türkiye’nin bölgenin ve dünyanın saygın, etkili, sözü dinlenen ve sözünün ağırlığı olan bir ülke konumuna geldiğini söylemektedir. Sayın Başbakan’ın bu sözü 61’inci Hükûmet Programında da aynen yer almaktadır. Türkiye’nin bölgesel hatta küresel bir güç olmasını, sözü dinlenir bir ülke olmasını biz de isteriz. Ancak Başbakan Erdoğan, eş başkanı olduğunu bizzat söylediği Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında aynı anda İsrail’le, Yunanistan’la, Kıbrıs Rum Kesimi’yle, Suriye’yle, İran’la, Irak’la, Ermenistan’la hatta Azerbaycan’la sorun yaşamaktadır. Çünkü AKP dış politikada bağımsız değil, ABD’nin güdümündedir. Sıfır sorun politikasından herkesle sorun yaşayan bir ülke haline gelinmesi, Türkiye’nin dış politikasının iflas ettiğini açıkça göstermektedir.
AKP döneminde dış politikada yaşanan bazı gelişmeleri örnek verecek olursak;
1960'lı yıllardan AKP’nin işbaşına geldiği 2002 yılına kadar sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülke sayısı toplam 11 iken, AKP iktidarı döneminde bu sayı 20'ye yükselmiştir.
Mavi Marmara baskını ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler raporu açıklanmıştır. Rapor, Türkiye’nin özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması talep ve beklentilerini âdeta hiçe saymıştır. Bu raporda Türkiye’den özür dilenmesine ilişkin bir unsur yoktur. Tazminat konusu mağdurların ailelerine ödenmek üzere bir tavsiye olarak yer almıştır. En önemlisi, Birleşmiş Milletler Raporu Gazze ablukasının meşru olduğunu ileri sürmekte ve İsrail’in uluslararası sularda askerî müdahalede bulunmasını âdeta meşrulaştırmıştır.
AKP Hükümetleri döneminde Avrupa Birliği ülkelerinden terör suçlusu olarak 254 iade talebimiz olmuş, bunlardan 8 tanesi olumlu sonuçlanmış, Irak’tan 7, ABD’den 3 teröristin iadesi istenmiş ancak bunlardan olumlu sonuç alınamamıştır.
Yukarıda Uluslar arası arenada Türkiye’nin aleyhine yaşanan bütün bu olumsuz gelişmeleri Türkiye’nin küresel gücüyle izah etmek mümkün değildir.
ANAYASA ÇALIŞMALARI
İlki 1987, sonuncusu Mart 2011 olmak üzere, tam 17 kez küçük ya da büyük anayasa değişikliği ile 177 maddelik 1982 Anayasası’nın 113 maddesi değiştirilmiştir.
MHP olarak; Anayasa'nın birinci maddesinde anlamını bulan; "Türkiye Devleti Cumhuriyet'tir" ifadesinden, İkinci maddesinde yer bulan; "Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğuna yönelik ilkeden, Üçüncü maddesinde tanımlanan; "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır." tarihi kararlılığından ve Anayasa’nın 66. maddesindeki: “ Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür ifadesinden asla taviz vermeyeceğiz ve geri adım atmayacağız.