Son yıllarda, endüstriyel gelişmelere karşı gelişen olumsuz imaj, tıpta karşılığını “doğal yöntemlerle tedavi” olarak buldu. Bu olumsuz imajda, “zehirli atıkları şebeke suyuna pervasızca boşaltan fabrika ile mücadele eden delikanlı ile ona çabasında destek veren genç kızın aşkı” çevresinde yeşeren Hollywood filmlerinden, kimyasalların güvenliği için alınan çok sıkı tedbirlerin hep risk boyutu ile medyada yer almasına varıncaya kadar haklı-haksız pek çok faktörün etkisi var. İşin içine fırsatçılar da girince ortaya karmakarışık manzaralar çıktı ve hepimiz ne yapacağımızı, ne yiyip içeceğimizi şaşırır hale geldik.
Önce zihnimizi berrak tutmak için anımsayalım:
1- İlacın öyküsü zaten bitki ile başladı. Bu öykü handiyse insanlığın tarihi kadar eski. Eski Mısır’dan Yunan’a, Aztek’ten Maya’ya kadar tüm uygarlıklarda şimdiki eczacılık biliminin temellerini görürüz: Hammadde kaynağı bitkiydi.
2- Günümüzde halen kullanılan pek çok ilaçta hammadde kaynağı ya da ilk çıkış noktası halen bitki. Keşfedildiğinde çığır açan penisilinin kaynağı bir mantar.
3- Bitki kökenli maddelerden elde edilen ilaçların bir bölümü, endüstriyel gelişmelerle sentetik olarak da elde edilir oldu. Bu bize doz standardizasyonu, insanlığın ihtiyacı kadar üretim, taşıma, depolama kolaylığı yanısıra, bitkinin sadece etkin maddesini hastaya vermeyi, bitkide bulunması muhtemel gereksiz ve bazen çok zararlı diğer maddelere hastayı maruz bırakmamayı sağladı.
4- Bugün ilaç ürünü tıbbi ve yasal pek çok prosedürden geçiyor. Tıp kitaplarında ilacın tüm etkileri, yan etkileri yer alıyor. Hekimler aldıkları eğitimleri gereğince bitki kökenli ya da sentetik, o hastaya en yararlı olduğunu düşündükleri ilacı reçete ediyorlar. Dozunu ayarlayabiliyorlar, o hasta için en iyi sonucu vermiyorsa değiştiriyorlar.
5- İlaç olarak kabul edilinceye dek ve sonrasında adeta “BBG evi” gibi gözetlenen ilaçlarda tüm önlemlere rağmen yan etkiler ortaya çıkabiliyor. Bu yan etkiler kayıt altına alınıyor, bilim adamlarınca kongrelerde tartışılıyor. (Bu yazıyı bitirir bitirmez ben de, Gana’daki ilaç yan etkileri konusundaki kongreye katılmak üzere havaalanına yetişeceğim. Bu yıl Gana’da yapılan Dünya Kongresi’nin gelecek yıl ev sahibi biziz. Gana’da hem bilimsel, hem de 2011 kongre tanıtım sunumları yapacağız.)
6- İlaçta daha çok yan etki oluşuyor gibi görünmesinin nedeni bitkilerin daha zararsız olması değil, ilacın çok daha fazla kontrol altında olması
7- Hiç ilaç kullanmama seçeneğinden başlayarak daha yararlı gördükleri durumlarda hekimler ilaçsız, bitki ile ya da daha başka doğal bir yöntemle tedaviyi zaten ön planda tutarlar. Hiçbir çocuk hekimi, öksüren çocuğa -çocuğun yaşam kalitesini bozan şiddetli bir boğmaca öksürüğü değilse ve diğer yöntemleri denemeden- kodein içeren öksürük şurubu vererek solunum depresyonu riskini göze almaz.
Karmaşa nereden çıkıyor?
Bitkilerden ilaç seçenekleri geliştiren bilimin adı farmakognozi. Bitki ile tedavi bilimi ise fitoterapi. Bu konularda çalışma yapan bilim adamları eczacılık fakültelerinde eczacı kökenli akademisyenler.
Tıp doktoru olmadıkları için doğrudan hastaya ilaç önermiyorlar. Tıp fakültesinde farmakoloji dersi var, ama fitoterapi dersi yok. Bitki ile tedaviyi bilen eczacı akademisyenler ile hastayı tedavi etme yetkisine sahip tıp doktorlarını buluşturamayınca, oluşan boşluğu ehil olmayan, inanç sömürücüsü türedi tipler dolduruyor. Yapılacak en makul iş, tıp fakültesi müfredatına fitoterapi dersi eklemek.
Bilgi ve inanç el ele verdiğinde insanların mutluluğu zirve yapmıştır tarihte.
Kör inanç bilimle, bilgiyle çatıştığında ise kafası karıştırılmış halk kitleleri üzerinden bilgiyi, muhakemeyi, sağduyuyu nasıl yok etmeye çalıştığını Sokrat’tan, Galile’den bu yana çok iyi biliyoruz.